MEHMET BAYKAN "ÖZEL"

 
CANIM ÇEKTİ BEN DE YAZDIM (1)
 

Recep Çınar kardeşimin “Amanın Sille” başlıklı yazısını okuyup üstelik bizimde çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği “Bedesten, Kapu ve Aziziye cami”leri, “İstanbul caddesi” gibi Konya'nın daha doğrusu eski Konya'nın kalbi diyebileceğimiz mekanlardan bahsettiğini görünce doğrusu bizim de bu mekanlara ilişkin birşeyler yazmayı canımız çekti ve başladık yazmaya..

 

“Aziziye cami” civarı  no 20 babamın “Ahmet Efendi Çarşısı”ndaki işyerinin mektup adresiydi.

 

Bugün “Aziziye Cami”sinin kıble tarafında genelde mutfak eşyalarının satıldığı çarşının, girişinde ise Konya'lının, özellikle sanayide çalışan ustaların, kalfaların cumartesi günleri yağlardan paslardan arınmak için, Konyalı deyimiyle yunmaya, yani yıkanmaya geldiği “Ahmet Efendi Hamamı” vardı. 

 

“Şeyh Ahmet Efendi Vakfı”na ait pasajın bir tarafı camiye bakan, diğer kapısı ise pasaja açılan 60 metrekarelik dükkan, babam ve ortaklarının 60'lı yıllardan itibaren ticaret ile uğraştıkları ve bizim de aklımızın ermeye başladığı andan itibaren doğal olarak ticareti hayatı solukladığımız bir mekan olarak hayatımızda belirleyici bir rol oynadı. 

 

70'li ve 80'li  yıllarda siteleşme şeklinde şehrin ticaret hayatı Selçuklu bölgesine kaymadan önce,  Eski Garaj,  bölgesinden başlayarak Yeni çarşı, Eski hal, Marangozlar içi Sobacılar içi, Kapu cami, Aziziye cami ve Türbe önü Sultan Selim cami üçlemesi arası ile İstanbul caddesi (Eski garajdan kalkan otobüslerin İstanbul istikametine gittikleri yol olduğundan olsa gerek bu isim ile anılır) çevresinde ticaretin kalbi atardı diyebiliriz. 

 

Gerek yaz tatillerinde, gerekse Teknik Lise'deki öğrenciliğimiz döneminde esnaf çocuğu olmanın olmazsa olmazı dükkana gitmek gibi bir mecburiyeti vardı. İlk ve ortaokul döneminde 'mahallede köpek taşlayacağına dükkana gitmek', 'lisede ise sağa sola takılacağına okuldan kalan zamanında dükkana gitmek' bu mecburiyettendi. İlerleyen yıllarda, o zamanlar istemeye istemeye uyduğumuz bu mecburiyetlerin aslında bizim hayata daha iyi hazırlanmamıza sebep olduğunu o kadar iyi gördük ve yaşadık ki anlatamam. 

 

Altınapa barajından gelen suyun akıp gittiği ve bizimde kapatılmadan öncesine yetiştiğimiz çay'dan ismini alan Çaybaşı semtinden, Hacıfettah mezarlığı ile Baruthane Caddesi'ni takip ederek şehrin meyve ve sebze ihtiyacının karşılandığı  eski hal'in oraya çıkıp Cingenoğlu fırının sırasındaki bakkalın önünde sergiden gazete başlıklarını okumak ne kadar keyifliydi anlatamam. 
 

Yine Kapu camisinin önündeki meydanda saat, radyo, çakmak, tesbih gibi eski-yeni gereçleri alıp satanları bir süre izlemek de aynı keyifli zamanlardandı bizim için. Yıllar sonra bir mübarek gecede oğlum ile birlikte Kapu camisine gittiğimde meydan bana küçülmüş gelmiş ve babama sormuştum.  
 

“Benmi yanıldım yoksa meydan mı küçüldü?” diye. 
 

“İkiside değil” demişti babam.  “insan yaşlanıp büyüdükçe gözleride büyüyor ve baktıklarını küçülmüş hissediyor!” diye de eklemişti. Bu cevap babamdan aldığım önemli hayat derslerinden birisi olmuştur benim için. 

 

Sonra Bedesten içi ve Attarlar içinden geçerek dükkana varış. Bu yolun birde Stadyumun arka tarafındaki şimdiki Meram EML'den çıkıp, Anıt, Gazi lisesi, Zafer,  Alaaddin, İplikçi camisi güzergahından gelineni oldu ilerleyen yıllarda.
 

Bu güzergahın oyalandıran, mıknatıs gibi kendine çeken kısmı ise erkek egemen Teknik Lise öğrencileri olduğumuzdan olsa gerek, Gazi ve Kız Meslek liselerinin olduğu bölgeydi. Ne demek istediğimi sanırım anlamışsınızdır.

 

Bahse konu olan bölgede yaşadıklarımızın yanısıra, “Necati Bey İlkokulu”nu bitirir bitirmez “Eski Buğday Pazarı”nda, bakırcı çıraklığına verilen babam 1993 yılında amcam (Çimili Hakkı Efendi'den “Bulgur Tekkesi”nde Kur'an ve hafızlık eğitimi almış olup hayranlık derecesinde bir ses ve kıraat sahibi Hafız Emin Baykan) rahmetli olup onun yerine toptancılar çarşısındaki işyerine geçene kadar Aziziye camisi etrafı başta olmak üzere iş hayatını bu bölgede geçirmiş olduğundan dolayı bizi zaman zaman anlattığı hatıraları bizleri de buralara sımsıkı bağlamıştı zannedersem. 
 

Az bilinse de iki büyük caminin arasında ve “Bedesten”den “Sobacılar içi”ne geçiş noktasında bulunan “Bulgur Tekkesi”ne, özellikle de yaz aylarında “Kur'an Kursu”na gitmek babamın bize mecbur kıldığı bir görevdi. 

 

“Çocukluk ya da gençlik” ne derseniz deyin, “Bir yaz tatilimiz var onu da camide mi geçireceğiz” gibi bahaneler ile yan çizmeye kalksakta “Mevlana Ortaokulu”nu bitirene kadar kaçış fırsatı bulamadan manevi eğitime devam ettik. 
 

Yıllar sonra spor uğraşlarımız sırasında yaz Kur'an kursları arası futbol turnuvası düzenlememizin, camiye biraz gönülsüz giden çocuklarımızı spor ile tanıştırma organizasyonu olarak kursların çekim noktası haline getirdiğimizi görmek bizi mutlu etmiş olup 3 yıldır “Diyanet” ile ortaklaşa bu doğrultuda sürdürdüğümüz yaz kursları ve spor projemizin o günlerden kalan bir niyet olduğunu düşünürüm bazen. 

 

“Bulgur Tekkesi”nin hatıralarımızda kalan bir başka anısı ise“Ramazan”larda iftar sonrasında “Attarlar İçi”nde  çaycı İbramanın (ibrahim amca) Ocakbaşında sahura kadar süren çay sohbetleri, hızlı kılınan teravih namazları ve  ana caddeye taşan cemaatin tuhafiyeci Hüseyin Arkoç ağabeyin dükkanında asılı diyafondan kurulu bağlantı ile tekbir ve selamları tekrarlamasına tabi olarak kılınan Cuma namazlarıdır. 

 

Taşkent'li hemşehrimiz Hüseyin ağabeyin kıyamda gür sesi ile uzatarak “Rabbenalekelhamd” nidası hala kulaklarımızda çınlar. 
 

Şimdiki “Mevlana Çarşısı”nın olduğu yerde bulunan kasaplar ve ciğerciler ile bitişiğindeki, iki girişinde de parmaklıklı tahta kapısı olan  “Üzüm Pazarı” ise bölgenin bir başka alışveriş mekanıydı. Özellikle kenar semtlerde oturanlar, örneğin Sedirler, İşgalaman, Küçükkumköprü gibi semtlerde yaşamanı sürdürenlerle “Türbeönü” civarındaki insanların hergün mutlaka uğradıkları  ve aksata (alış-veriş) yaptıkları bir pazardı.   
 

“Aziziye Cami”nin Doğu kapısı tarafında hala mevcudiyetini muhafaza eden şadırvan ise bahar aylarında nereden toplanıp geldiğini hala bilmediğim ama şifa kaynağı olduğuna çok iyi tanık olduğum sülük satışı mekanı olarak hizmet vermeye devam ediyor. 
 

Bizden öncekilerin intisab'ın altı olarak görüp yaşadığı bu bölge “Sivil Toplum Kuruluşları”nın bugünkü kadar güçlü olmadığı o zamanlarda Hasan Hüseyin VAROL hocamızın Konya'ya kazandırdığı “Hayra Hizmet Vakfı”na da ev sahipliği yapmış bir alandır.
 

“Aziye Cami”nin bulunduğu alanın başka bir özelliği ise “Ramazan” aylarındaki meczupların toplandığı ve topluca iftarlara götürüldüği bir yerdir. Buranın çok değerli bir güzelliği de budur. “Meczuplar” demişken, bunların başı Efe Hasan vardı. Hali vakti yerinde olan eşraftan birisi Merhum'a “Hasan efendi Çarşamba günü iftarı bizde yapacağız, haberin olsun” demiş. Efe Hasan bu emrivaki olaya biraz bozulmuş ve “git işine efendi, biz bu Ramazan'da doluyuz, önümüzdeki Ramazan'da gelsin de bir düşünelim” demiş.
 

“Aziye Cami”sinin bu müdavimleri, dervişleri, velileri, daha doğrusu Allah dostları, birgün bile aksatmadan günlük olarak orada bulunur, camiye gelen-gidenle hasbıhal ederler. Allah onları da başımızdan eksik etmesin.  

 
Mehmet Baykan-Merhaba Gazetesi/21.12.2014
 
CANIM ÇEKTİ BEN DE YAZDIM (1) Mehmet Baykan
 
https://www.merhabahaber.com/mehmet-baykan-merhabaya-yazdi-322519h.htm